5 Aralık 2016 Pazartesi

Semavi Dinlerin Sümer Mitolojisi Olduğu Gerçeği

Biraz uzun bir yazı olabilir ama yine de herkesin okumasını tavsiye ediyorum söz veriyorum pişman olmayacaksınız. Türkiye nüfusunun çoğu Müslüman olduğu için müslümanlık dinini ele alacağım.
Öncellikle Müslüman tanrısına bakalım; "Allah" değil mi? peki "Allah" ne demek? anlamı ne?
Allah kelimesinin açılımı ilahiyatçıların tanımıyla; Al-ilah ve ya El-İlah'tır. Al, El , İl bunların üçü de aynı anlamda ve "Tanrı" demektir.


Örnek: mikaİL, israfİL, cebraİL, baAL, EL, ELoah , Elah, GabriEL, bEL, vb. 
İlah kelimesine bakarsak da orijinalinin Eloah / Elah olduğunu görürüz. Bu kelime zamanla Musevilerden Araplara İlah olarak geçmiştir. Peki kimdir bu El-ilah ya da Al-ilah?


Arapların Müslümanlıktan önce çok tanrılı bir inanca sahip olduğunu her halde hepimiz biliyoruz. Bu çok tanrılı sistemde El-İlah Ay Tanrısı ve en büyük tanrıdır, bu yüzden tanrıların tanrısı ya da en büyük tanrı gibi anlamlara gelen El-İlah denmiştir.

Bu inanç sistemi Sümerlerden Samilere (Arap -İbrani) geçtiği için direk Sümer Mitolojisine giriş yapıyorum.

AY TANRISININ SÜMER MİTOLOJİSİNDEKİ YERİ

Sümer mitolojisinde temel olarak 4 büyük ve 3 gezegen tanrı vardır.
BÜYÜK TANRILAR: An, Enlil, Ki, Enki
GEZEGEN TANRILAR: İnanna, Nanna, Utu

Ay Tanrısı burada "Nanna"dır (İnanna - Yıldız/Venüs, Utu-Güneş)

Normalde en büyük tanrılara nazaran pek rağbet görmeyen Nanna, Akad Kralı Naram Sin'in kendini tanrı ilan etmesiyle  "Sin" adını almış erkillik kazanmış ve en büyük tanrı konumuna yükselmiştir.

Buraya kadar anlattıklarımla ilgili bir sorununuz mu var? :D
Hemen gidin ve en yakınınızda ki caminin tepesine bakın. Ne gördünüz? Ay mı yoksa? Sonra önünüze gelen yaşlı bir amcayı ve ya direk cami imamını çağırın ve sorun "Bu niye burada? Bunun anlamı ney?" diye, size Allah'ı simgelediğini söyleyecektir...

Yinede kafanızda soru işaretleri mi var? Bu seferde kuranı açıp "Kuranın Kalbi" olarak nitelenen sureyi açın. Ne yazıyor, "Ya-Sin" mi?

Ya-Sin ne demek Arapça? Yok mu karşılığı? Peki "ya sin" olarak bir anlamı oluyor mu? Evet "ya sin" kelimesinin bir tercümesi var. "Ya" bir hitap sözcüğüdür mesela "Ya Ebulfez!", "Ya Mahmud" vb. Bu kelimenin eş anlamlısını ise daha çok kullanıyoruz, "Ey"."Ey İnsanlar" vb.

"Ya Sin" = "Ey Sin" gördüğümüz gibi "Sin" kişisine karşı bir hitap var.  Sin'in kim olduğundan yukarıda bahsetmiştik.

1- DOMUZ NEDEN YASAK?

Bunu bir dindara sorduğumuzda bize domuzun pis bir hayvan olduğunu kendi dışkısını yediğini vs. söyleyecektir. Ancak şöyle bir etrafımıza baktığımız da bunun domuzlara mahsus olmadığını görürüz. Helal olarak nitelenen pek çok hayvan da kendi dışkısını yemektedir. Dışkı yemeyi bir kenara bırakırsak da domuz etinin sağlıklı olmadığı söylemektedirler. Halbuki domuz etini en sık biçimde tüketen avrupa insanı dünyanın her bakımdan en sağlıklı insanıdır.

İşin aslına inersek bahsettiğim mitolojideki tanrılardan birisi bir domuz tarafından tam kasığından ısırılarak ölmektedir. Ve tesadüfe bakın ki bu tanrının adı da "Dumuzi"dir. Ve elbette insanlarda tanrılarını öldüren bu hayvanı lanetli olarak görmüş ve etlerini yememişlerdir.

(EK BİLGİ: Dumuzi / Tumuzi isimli tanrı yunan mitolojisine "Adonis" ismiyle geçmiştir. Biraz önce bu tanrının kasığından ısırılarak öldüğünü söylemiştik. "Adonis Kası"nın isim kökeni de buradan gelmektedir.)


2-NEDEN SÜNNET OLURUZ?

Ay Tanrısından(Nanna/Sin) bahsettik şimdi de günümüzde daha popüler bir tanrıya, "Kybele"ye geçelim bu da önemli bir tanrı, aşk ve doğurganlık tanrısı, az çok duymuşuzdur ismini. Mitolojide;

"Attis" Kybele'nin sevgilisidir. Ancak Kybele'ye verdiği sözü unutarak Pessinus Kralı'nın kızını sever. Onunla evlendikleri gece düğüne Tanrıça Kybele de davet edilir. Ancak Kybele düğüne geldiğinde ve Attis ile karşı karşıya kaldığında Attis ne yapacağını bilemez. Kybele'ye olan sözünü unuttuğu için duyduğu pişmanlıktan ötürü cinsel organını orada keser ve kanlar içinde kıvranmaya başlar. Sevgilisinin böyle acı içinde kıvranmasına daha fazla dayanamayan Kybele Attis'i bir çam ağacına dönüştürerek ona sonsuzluğu bağışlar. Çam ağacının her mevsim yeşil kalmasının sebebi budur."

Pessinus Mabedi'nde Tanrıça Kybele adına her sene düzenlenen şenliklerde de bu tapınakta rahip olmak isteyen erkeklerin hadım edilmesinin ve kesilen cinsel organlarının bir çam ağacı altına gömülmesinin kökeni budur. Bu inanış daha sonra Sami ırkında (Arap ve Yahudiler) cinsel organı değil ama ucunu (erkeklerde prepusium, kadınlarda klitoris) kesme şeklinde günümüze kadar devam etmiştir...


3-KIBLE VE ŞEYTAN TAŞLAMA OLAYI

Şeytan taşlama ve Kıble olayları da "Attis'in Kybele'yi aldatması" olayıyla alakalı esasında. Şimdi "Hac" olayını gözümüzde canlandıralım Bildiğimiz üzere önce şeytan taşlama denilen ritüel yapılıyor.

Resme bakın 




















Sonra da gidip kıblenin etrafında dönülüyor. Bunu yaparken de kıblenin köşesindeki oyuk gibi şeyin içindeki "Hacerül Esved" denen taşa özel ilgi gösteriliyor, el yüz sürülüyor öpülüyor vs. vs..

Birde bu resme bakalım.

Yani bilemiyorum...  Sizce de çok???? Nasıl desem ....s

Kafanızda şimşekler çaktı mı?

Yine de anlamadıysanız buyurun yardımcı olayım.

Kendisi de bir tanrı olan Attis -sevgilisi Kybele'yi aldatıyor değil mi? "Doğurganlık Tanrıçasını" yani.



Sonra penisini kesiyor vs.vs.

Resimlere bir daha bakın: Bir şeyleri anımsatmıyor mu? Taşlanan heykel bir penisi, sevgi gösterisinde bulunan yer de bir vajinaya benzemiyor mu?

Vajinanın içerisinde de "Hacer-Ül Esved" var -bebek yani- böylece doğum sembolize edilmiş oluyor.
(bkz: Kybele  Doğurganlık/Bereket Tanrısı)

Bir de buradan bakalım: "Kıble" sözcüğünü ele alalım, bir de "Kybele" sözcüğüne bakalım. Bu kadar tesadüf de fazla değil mi sizce?

4-NAMAZIN ANLAMI VE KÖKENİ

Namaz, dinin direği, peki nedir "Namaz" kelimesinin anlamı?

Bize farsçadan geçmiştir, orijinali "Namaskar"dır (Sanskritçe aslında ama biz direk Hintçe diyelim.) anlamı "Selamlamak".
Araplar "Salat" derler, "Salat"ın  anlamı da tamamen aynı olmasa da "Dua" gibi bir şey. Bu farkın nedeni Farsların bu kelimeyi direk Hintlilerden almış olmasıdır. Ancak Araplar öyle yapmıyor, onlara Sümerlerden kalmış (Salat kelimesi değil namaz olayı).

Peki "Namaskar" nedir?

Anlamı "Selamlamak",  Selamlamak ama neyi? TANRILARI
Mesela bizi alakadar eden "Surya Namaskar", "Surya" Güneş demek. Birleşince "Güneşi Selamlamak" oluyor, "Güneşe Tapma" yani.

Eskiden insanlar Güneşin gökyüzündeki konumlarına göre bu ritüeli gerçekleştiriyorlarmış. Ancak bizdeki olay biraz daha farklı; Yine Güneşin gökyüzündeki konumuna göre namaz kılınıyor bilmem farkında mısınız? Fakat bu sefer Güneşe doğru değil kıbleye, yani Kybele'ye doğru. Eskiden Güneşe tapıyorlarmış şimdi Kybele'ye tapılıyor yani pek değişen bir şey yok.

Alın bu da bir "Surya Namaskar" ritüeli:




5-CEHENNEM NEDiR?

Cehennem sözcüğü İbranicedeki"Ge-Hinnom" sözcüğünden gelir ve anlamı "Hinnom Vadisi"dir.

Hinnom Vadisi, eski devirlerde israil Krallığı'nda yaşayan insanların çocuklarını Molek adlı puta kurban olarak sundukları bir yerdi. Söz konusu şahıslar kendi çocuklarını canlı olarak bu putun ortasındaki ateşe atıyorlardı. İsrail krallarından biri olan Yoşiya, bir gün bu uygulamaya bir son verdi. Daha sonra burası zamanla, ağır suç işlemiş kişilerin cesetlerinin, hayvan ölülerinin ve ayrıca her çeşit çöpün atıldığı bir yer haline geldi. Daha sonra insanlar bu çöplerin yığılmasını önlemek için bunları yaktılar ve devamlı kükürt atarak ateşin devamlılığını sağladılar.

Bu şekilde suçluların ve günahkarların cesetlerinin yakıldığı bir vadi olan Gehinnom, kutsal kitaplarda "Cehennem" olarak yerini aldı. Birisinin ceza olarak ateşi hiç sönmeyen cehenneme, yani Gehinnom'a, yani Hinnom Vadisi'ne atılacağına ilişkin örnekler 3 semavi dinde de bolca yer alır.
(bkz: https://tr.wikipedia.org/...stiyanl%C4%B1kta_cehennem)

Ayrıca kuranda cehennemin yöneticisi olan melek diye bahsedilen "Mâlik" ,  yukarıda bahsettiğimiz üzere kendisine "Gehinnom"da canlı hayvan ve çocuk kurbanların yakılarak sunulduğu tanrı olan "Molek"ten gelir.

(bkz: https://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%A2lik)
(bkz: https://tr.wikipedia.org/wiki/Molek)      


6-KADINLAR NEDEN TÜRBAN TAKAR?

Sümer’de, Babil’de ve hatta erken Anadolu dönemlerinde bile her genç kız evlenmeden önce tapınağa gider ve orada bir kere olmak üzere yabancı bir erkekle para karşılığı beraber olurdu. Bu parayı tapınağa bağışladıktan sonra tapınaktan ayrılabilir ve artık evlenebilirdi. Bu tür bir cinsel birleşme son derece kutsal sayılırdı.

Bunu yapmadan genç kız evlenemezdi. Asilzadeler bile kızlarını kendi elleriyle bu tapınaklara getirmişlerdi. Çirkin kızların kötü bir kaderi vardı; bazen kendileriyle beraber olacak bir erkek çıkması için yıllarca tapınaklarda beklerlerdi. Bunun dışında tapınak rahibeleri, bu kutsal fahişeliği sürekli olarak yaparlar ve tapınağa gelir sağlarlardı (ancak belirtildiği gibi, bu utanç verici bir iş değil son derece kutsal bir görevdi. Onlara sokak fahişesi muamelesi yapılmazdı)

Bu kadınların diğer kadınlardan ayrılması için, başlarının bir şalla örtülmesi zorunluydu. Bu örtü, artık o kadının evlenebileceği anlamına geliyordu. Bunların haricinde kızların, cariyelerin ve fahişelerin örtünmesi yasaktı.

M.Ö. 1500 yıllarında Asur Kralı, sadece evlenilebilir kadınların değil; evlenen ve dul kalan kadınların da örtünmesini zorunlu kılmıştır. Böylece türban artık tamamiyle bir kadınlık sembolü haline gelmiştir. Bu uygulama Persler’de devam etmiş, oradan da Araplara geçmiştir.

Günümüzdeki türbanın "Vücudu Kapatmak" olarak anlaşılmasının sebebi ise arap kültüründen dolayıdır. Eskiden insanlar ( hem erkekler hem kadınlar ) kavurucu çöl sıcaklarından zarar görmemek için tüm vücutlarını kapatırlardı.
(bkz: http://www.ilkresim.com/P...cs/Col-Bedevisi_0f6ae.JPG)

Ve bu giyim tarzı da zamanla gelenekselleşti, kadınlar için türbanla bir tutulmaya başlandı. İslama geçen Türk toplumu da Araplara benzemeye çalıştı, onlar gibi giyinmeye başladı ve türban olayı da günümüzdeki halini aldı.


7-TÜRK BAYRAĞININ ANLAMI VE KÖKENİ
İlkokulda hep öğrettikleri şekil şuydu: "Osmanlıların 1448'de, düşmanlarını ağır bir yenilgiye uğrattığı Kosova savaşından sonraki gece; savaş alanında oluşmuş kan gölünün üzerinde gökyüzünden yansıyan hilal ve yıldız yan yana görünmüştür. Böylece sultan II.Murad bu simgeyi devlet bayrakları arasında kullanmaya başlamıştır."

Keşke tek iddia bu olsa.

Birisi çıktı, hilal "islamiyeti"; yıldız ise "Türklüğü" temsil eder. Kırmızı renk ise toprağa karışan "kan"ı temsil eder dedi.

Birisi çıktı, Ay-Yıldız Orta Asya'dan gelen "Türklüğü", kırmızı zemin ise "vatanı" temsil eder dedi.

Birisi çıktı, "Osmanlı Devleti Bayrağının değiştirilmiş bir versiyonudur" dedi.

Başka birisi çıktı yarım ay "yenilenme"yi, yıldız "Türklüğü" temsil etmektedir dedi.

Daha başka birisi çıktı; yarım ay "Allah"ı, yıldız "Peygamber"i temsil etmektedir dedi.

Daha daha başka birisi çıktı, yıldız "demokrasi" eşitlik ve özgürlüğü, hilal "islam"ı simgeler dedi.

Dediler de dediler, biz biraz daha sağlam iddialara bakalım:

1. Teori: Osmanlıların ay ve yıldızı Konstantinopolis'i ele geçirdikten sonra kullanmaya başladıkları yönündedir. Bizans imparatorluğu'nun ve Konstantinopolis'in yükselişinden sonra "Hilal ve yıldız" sembolü sık olmamakla beraber kullanılmıştır.

Konstantinopolis'in Osmanlılar tarafından ele geçirilmesinden önceki dönem paralarıyla ilgili bir araştırmaya göre bin yıl boyunca bölgede hüküm süren hristiyan liderlerin kullandığı haç, çift başlı kartal ve ay-yıldız amblemleri Doğu imparatorlarını temsil etmekteydi. Bunlar içinde hem imparatorluğu temsil eden hem de Hristiyanlığa vurgu yapmayan amblemlerden Hilal ve yıldız uygun bulunmuş ve Osmanlılar tarafından da kullanılmıştır.

Bununla birlikte gibkeler tek delil ve kaynaklar değildir. Hilal ve yıldız sembolü Osmanlılar tarafından feth edilmeden önce Mora'da, islam'la ya da Osmanlılarla hiçbir alakası olmadığı halde kullanılmıştır. Mora'da ki en 1300 yıllarında inşa edilmiş eski kiliselerden birinde Aziz Yuhanna Chrysostom'un elinde, üzerinde Hilal ve yıldız olan bir kalkan tutarken tasvir edilmiştir.

Bizans zamanında kullanılan Konstantinopolis Bayrağı:
Bu durum bazı art niyetli çevreler(genelde eşex seviciler) tarafından da koz olarak kullanılıyor: (bkz: http://kurdistann.proboar...rk-bayra-al-bizans-sembol)

Türk Bayrağının kökeni hakkındaki en bilinen ve çoğu tarihçi (!) tarafından kabul edilen teori bu şekildedir.












2. Teori: Bu teori ay yıldızı Orta Asya'dan getirdiğimiz yönündedir ve teori 1'i çok basit bir şekilde çürütmektedir:
(bkz: http://galeri12.uludagsoz...gokturk-parasi_974651.jpg)

Ufak bir araştırmayla ay yıldızın eski Türk devletlerinde de kullanılmış olduğu sonucuna varıyoruz.

Nitekim bu iki teori de yanlıştır. Orta Asya'da da kullanmışız bu sembolleri evet, ancak şu anki kullanımının sebebi bu değil. Aradığımız cevabı günümüzde bile Mezopotamya, Anadolu ve Avrupa kültürlerinin ana ögesini oluşturan Sümerlerde bulacağız.

Sümer mitolojisinde temel olarak 4 büyük ve 3 gezegen tanrı vardır. Bunlar,
BÜYÜK TANRILAR: An, Enlil, Ki, Enki
GEZEGEN TANRILAR: inanna, Nanna, Utu

Nanna'nın sembolü hilal şeklinde Aydır.
inanna'nın ki yıldız (Venüstür aslında),
Utu'nun ki Güneştir.

Hilalin (Nanna'nın) islamla ilişkisini ANA KONUda anlatmıştım.

Peki yıldız (inanna) ne alaka? Niçin yan yanalar?
Bu sorunun cevabını kesin bir şekilde bulamayız.

Tarihte hilal-yıldız, hilal-güneş, yıldız-güneş, güneş-hilal-yıldız sembollerinin çok defa birlikte kullanıldığı görülmüştür.
Bu sebeple neden illa hilalle yıldız yan yana diye çokta bir mantık aramamak lazım.

Sonuç olarak Göktürk paralarındaki ay yıldız Türk tanrılarından Ay Ata ve Erklik Han'ı temsil ederken, şu anda kullandığımız ay yıldız Sümer tanrılarından Nanna ve inanna'yı temsil ediyor.


8-NUH TUFANI OLAYI
Bilimsel olarak olayın imkansızlığına değinmeyeceğim. Nereden geliyor oraya bakalım.

"Kral Gılgamış ölümden kurtulma çabasıyla dünyanın öbür ucuna kaçar. Orada tufandan sağ kurtulmuş Utnapiştim’le karşılaşır. Tanrı Enlil onun hala hayatta olduğunu öğrenince kızar. Ama bu haberlerle içi rahatlayan diğer tanrılar bir daha böyle bir afetin yaşanmaması gerektiğine karar verir. "

Utnapiştim Gılgamış'a dedi:

"Gılgamış, sana gizli bir şey açayım. Tanrıların gizini söyleyeyim: Şurippak, senin bildiğin bir kent, Fırat'ın kıyısındadır. Bu kent çok eskiden varken, tanrılar bu kentin yanındaydılar. Tanrıların aklına bir tufan yapmak geldi. Bunların babaları soylu Anu, hükümdarları yiğit Enlil, büyük vezirleri Ninurta, su yolcuları Ennagi ve Bilge Ea da onların toplantısında yer aldı.”

Ea, tanrıların verdikleri kararı, kamıştan bir çite anlattı:

"Kamış çit, kamış çit! Duvar, duvar! Kamış çit dinle, duvar anımsa!

Şurippaklı Ubar-Tutu'nun oğlu, evi sök. Bir gemi yap ….. Canını kurtar! Canlı yaratıkların her türünden geminin içine yükle. Yapacağın geminin her yanı boda bir ölçüde olsun. Onun eni ve boyu bir ölçüde olsun. Yağmura karşı onun her yanına bir çatı kur!"

'Küçük yavrular bile gemi için zift taşıyorlardı. Güçlü erkekler gemiye yedek kereste getiriyorlardı. Onuncu günde gemiyi oluşturdum. Geminin her bir iku genişliğindeydi. Kenarları iki kez on kamış yüksekliğindeydi. Gemiyi altı katlı yaptım. Geminin alt ve üst güvertelerini yedi bölüme ayırdım, ambarını da dokuza böldüm. Ortasına da su kazıkları çaktım. Güzel kürek seçtim ……... Eritmek için kazana zift döktüm. ……. Ustalara, ırmak suyu gibi bira, rakı, şırlık ve şarap akıtıldı. ……. Gemi yedinci günde tamam oldu. ………..Elime geçen her şeyi içine yükledim. … Bütün soyumu, sopumu ve kavmimi gemiye bindirdim. Yazının yabanıl, yazının evcil hayvanlarını ve bütün ustaları gemiye aldım."

Bundan sonraki safhada Tufan’ın sona erişi, Utnapiştim’in sevinç gözyaşları döküşü, geminin Everst dağına oturuşu, suların çekilip karaların tekrar meydana çıkışını kontrol için karaya geşişinin 7.gününde Utnapiştim’in arka arkaya Güvercin, kırlangıç ve karga salıverdiği, diğerlerinin konacak yer bulamadıkları, ancak karganın bir kuru kara parçasını gagaladığı, bundan sonra da dört yöne her şeyi salıverip kurban kestiği ve tütsü kurbanı yaptığı anlatılmaktadır.

Evet, bu okuduğunuz metin Sümerlerin ünlü "Gılgamış Destanı"ydı.
(bkz: https://tr.wikipedia.org/...%C4%B1%C5%9F_Destan%C4%B1)

Ancak bazıları hala dogmatik düşüncede ısrarlı, bu destanı "Hz. Nuh Sümerlere inmiştir" şeklinde yorumluyorlar. Kanıt olarak da bunu gösteriyorlar.

"1800'lü yılların sonunda ingiliz arkeolog Sir Leonard Woolley ve Alman arkeolog Erich Schmidit yaptıkları çalışmalarda yerin altını kazdıkları zaman o kazılan yerin balçık olduğunu fark ettiler. Ayrıca bu kazı sonucu bölgede Sümer krallarına ait mezarlar bulunmuştur. Bunun anlamı o bölgede büyük bir su baskını olduğu yönündedir"
(bkz: https://tr.wikipedia.org/wiki/Tufan)

Ancak atladıkları bir yer var ki, bu destan Sümerlerden - on binlerce yıl - daha eskidir. Ve ana kaynağı Türk Mitolojisindeki "Nama Miti"dir.

Nama'nın özellikle kuşlarla olan öyküsü çok özgündür. Sular çekilmeye, denizler alçalmaya başlayıp gemisi bir dağa oturduğunda ilk önce bir kuzgunu pencereden serbest bırakır ama geri dönmez. ikinci gün ala kargayı dışarıya gönderirler, gelmeyince üçüncü gün saksağanı salar fakat o da geri gelmez. Dördüncü günün akşamında güvercini uçurur pencereden; hava kararmadan ağzında bir zeytin dalıyla gemiye girince, Nama bu kuşu kutlu kılması için Tanrı’ya yakarır. O günden sonra güvercinler insanların evlerine girdi, ulak olarak haberlerini zütürdü getirdi. Kuzgunun ve alakargayla saksağanın ne yaptıklarını sorduğunda; birinin ölmüş hayvanların leşlerini yediğini, diğerinin sağa sola birikmiş çöpleri karıştırdığını ötekinin de su yüzüne çıkan malları çaldığını öğrendi güvercinden Nama. O üçüne kargışta bulunarak, güvercine ise alkıyarak, o anda ne yapıyorlarsa Dünya durdukça aynı şeyi yapmalarını diledi; kuzgunlar leş yemeye, alakargalar çöp karıştırmaya ve saksağanlar da hırsızlığa mahkûm edildiler. Güvercin ise insanlara habercilik yapmaya, evlerde yaşamaya hak kazanmıştı. O yüzden o günden beri de öyle yapar dururlardı.
(bkz: https://tr.wikipedia.org/wiki/Nama)

Güvercin’in tüm Dünyada talih ile ilgili sayılması bu nedenledir. Ayrıca farkettiyseniz "Gagasında Zeytin Dalı Olan Güvercin" betimlemesi halen günümüzde bile çok sık bir biçimde "Barış Güvercini" adı altında kullanılmaktadır.
(bkz: http://aktiviteparki.com/...uploads/2014/09/baris.jpg)
(bkz: http://ayvalikorfanoszeyt...%C4%B1-e1418517732199.jpg)
(bkz: http://www.gencbaris.com/...uploads/2015/05/baris.jpg)

Ayrıca "Zeytin dalı uzatmak" deyimi de buradan gelmektedir.
Ve sanılanın aksine tüm bunlar barıştan ziyade "çok büyük bir sıkıntıdan, zorluktan kurtulma" ve ya "iyi/Güzel haber" gibi anlamlara gelmektedir.

Gördüğümüz üzere kökene indikçe ayrıntıya gidiyor.


Sanırım söyleyecek başka bir şey kalmadı.




9-ADEM İLE HAVVA'NIN CENNETTEN KOVULMASI

“Sana gelince Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşiniz, istediğiniz her tarafından yiyip içip yararlanınız. Yalnız sakın şu ağaca yaklaşmayın! Böyle yaparsanız zalimlerden olursunuz. Fakat şeytan onlara, gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için vesvese verdi. Onlara şöyle telkinde bulundu: “Rabbinizin size bu ağacın meyvesini yasaklamasının tek sebebi, sizin meleklerden veya ölümsüz hayata kavuşanlardan olmanızı önlemektir.” diyerek, kendisinin onların iyiliğini istediğine dair yemin üstüne yemin etti.”(Araf, 7/19-21)

Biraz fazla özet sanki :d Neyse direk Türk Mitlerindeki orijnal hikayeyi veriyorum:

Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Tanrı (Kuday) ile Kişi vardı. ikisi de birer kara kaz gibi su üzerinde uçuyorlardı.
Tanrı bir şey düşünmüyordu. Kişi, yel çıkarıp suyu dalgalandırdı; Tanrı’nın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı’dan güçlü olduğunu sandı; daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. “Bana yardım et!” diye bağırıp Tanrı’dan yardım istedi.
Tanrı “Yukarı çık!” dedi, o da sudan çıkıverdi. Sonra Tanrı, “Sağlam bir taş olsun!” dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Tanrı ile Kişi, taşın üzerine oturdular. Tanrı, Kişi’ye “Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar!” diye buyruk verdi. Kişi, Tanrı’nın buyruğunu yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Tanrı’ya zütürdü.
Tanrı, Kişi’nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken “Yer olsun !” diye buyurdu. Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Tanrı, yine Kişi’ye “Suya dal, suyun dibindeki topraktan çıkar !” diye buyruk verdi. Kişi, suya daldığında, bu kez kendim için de toprak alayım diye düşündü. iki avucuna da toprak doldurdu; bir avucundakini Tanrı’dan gizlemek için ağzına attı. Dileği, Tanrı’dan gizli kendine göre bir yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip Tanrı’ya uzattı. Tanrı, toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. O’nun suya serptiği toprak gibi, Kişi’nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeğe başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmağa başladı. Ancak, nereye kaçsa yanı başında Tanrı’yı buluyordu. O’ndan kaçamıyordu. Çaresiz kaldı, Tanrı’ya yalvarmağa başladı: “Tanrı! Gerçek Tanrı! Bana yardım et”.
Tanrı, Kişi’ye “Ağzındaki toprağı ne için sakladın” dedi. Kişi, “Kendime yer yaratmak için saklamıştım” diye yanıt verdi. Tanrı da, “Öyleyse at ağzından ve kurtul” dedi. Kişi’nin ağzındaki toprak yere dökülürken küçük tepeler oluştu. Tanrı, “Artık sen günahlı oldun” dedi, “Bana karşı geldin. Kötülük düşündün. Bundan sonra sana uyanlar, senin gibi kötülük düşünenler senin gibi kötü kişi olacak; bana uyanlar ise iyi ve pak kişiler olacak, güneş ve aydınlık yüzü görecek. Ben, gerçek Kurbustan adını almışımdır; bundan sonra senin adın da Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun, günahlarını senden saklayanlar benim adamım olsun”.
Yeryüzünde, dalsız budaksız bir ağaç yeşerdi. Tanrı, bu dalsız budaksız ağaçtan hoşlanmadı. “Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun!” dedi. Dalsız budaksız ağaç birden dokuz dallı oldu. Tanrı, “Dokuz dalın herbirinin kökünden, birerden dokuz kişi türesin; bunlar dokuz ulus olsun!” dedi.
Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duydu. Nedir acaba diye düşündü. Tanrı’ya gürültünün nedenini sordu. Tanrı, “Ben bir kaganım, sen de kendince bir kagansın. işittiğin gürültüyü yapanlar benim ulusumdur!” dedi. Erlik, Tanrı’dan bu ulusu kendisine vermesini istedi. Tanrı, “Olmaz!” diye karşıladı; “Sen git kendi işine bak!”.
Erlik’in canı sıkıldı. Hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları, kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik, Tanrı bunları nasıl yarattı acaba, bunlar ne yer, ne içerler diye düşündü. O düşüne dursun, insanlar ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik baktı ki, insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar, öte yandakilere ellerini sürmüyorlar. insanlara bunun nedenini sordu. insanlar, şu yanıtı verdiler: “Tanrı bize şu yandaki dört dalın yemişini yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı’nın izin verdiği, ağacın gündoğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek, yasak yandaki yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor. Bundan sonra Tanrı göğe çıktı. Beş dalın yemişi de bizim aşımız oldu”
Bu yanıt, Erlik’i sevindirdi. Erlik Körmös, insanlardan Törüngey denilen erkeğe yaklaştı. Ona “Tanrı size yalan söylemiş. Asıl, yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir deneyin; göreceksiniz” dedi. Erlik, uyumakta olan yılanın ağzına girdi; ağaca çıkmasını söyledi. Yılan, ağaca çıkıp yasak yemişlerden yedi. Doğanay’ın karısı Eje, yanlarına geldi. Erlik, Törüngey ile Eje’ye de yasak yemişlerden yemelerini söyledi. Törüngey, Tanrı’nın sözünü tutarak yasak yemişlerden yemedi. Karısı Eje dayanamadı, yedi. Yemiş çok tatlı idi. Alıp kocasının ağzına sürdü. Törüngey ile Eje’nin tüyleri birden döküldü. Utandılar. Kaçıp, herbiri bir ağacın ardına saklandılar. Derken Tanrı geldi. Bütün ulus, kaçışıp bir köşeye gizlendi. Tanrı, “Törüngey! Törüngey! Eje! Eje! Neredesiniz” diye haykırdı. Törüngey ile Eje “Ağaçların arkasındayız” dediler, “Karşına çıkamıyoruz, utanıyoruz”. Sonra, olanları bir bir anlattılar. Tanrı, bildiği şeyleri duymanın öfkesi içinde herbirine ayrı cezalar verdi. “Şimdi sen de Körmös’ten (Şeytan’dan) bir parça oldun” diyerek yılana verdi ilk cezayı. “insanlar sana düşman olsun; seni görünce vurup, ezip öldürsünler!” dedi. Eje’ye döndü, “Sen, Körmös’ün sözüne uydun. Yasak yemişi yedin. Cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın. Doğururken de acı çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın”. Törüngey’e de şöyle diyerek cezasını verdi: “Körmös’ün aşını yedin. Benim sözümü dinlemedin, Körmös Erlik’in sözüne uydun. Onun adamları onun dünyasında yaşar, karanlıklar dünyasında bulunur. Benim ışığımdan yoksun kalır. Körmös bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Benim sözümü dinleseydin, benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz oğlun, dokuz da kızın olacak. Bundan sonra ben, insan yaratmayacağım. Artık, insanlar senden türeyecek.”
Tanrı, Erlik’e de kızdı. “Benim adamlarımı niçin aldattın?” diye sordu öfkeyle. Erlik “Ben istedim, sen vermedin” dedi, “Ben de senden çaldım. Artık, hep çalacağım. Atla kaçarlar ise düşürüp çalacağım. içip içip esrirler (sarhoş olurlar) ise birbirlerine düşürüp döğüştüreceğim. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım”. Tanrı da, “Öyleyse; dokuz kat yerin altında ayı, güneşi olmayan karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum” diyerek Erlik’i cezalandırdı. Her şey bitince, bütün insanlara birden şöyle dedi: “Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde edeceksiniz; benim yemeğimden yemek yok. Artık, yüz yüze gelip sizinle konuşmayacağım. Bundan sonra size May-Tere’yi göndereceğim”.
May-Tere, insanlara birçok şey öğretti. Arabayı da May-Tere yaptı. Ot köklerini, yenilebilecek otları insanlara öğretti. Erlik, May-Tere’ye yalvardı: “Ey Gök Oğul, bana yardım et. Tanrı’dan izin dile. Yanına çıkmak istediğimi söyle. Yardım et bana”. May-Tere, Erlik’in dileğini Tanrı’ya iletti. Tanrı aldırış etmedi. May-Tere, altmış yıl yalvardı. Sonunda Tanrı, Erlik’e haber gönderdi: “Düşmanlıktan vazgeçersen, insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin!” Erlik, söz verdi. Tanrı’nın katına çıktı. Baş eğdi. “Beni kutsa. Bana izin ver, ben de kendime gökler yapayım” diye yalvardı. Tanrı, izin verdi. Erlik, kendisi için gökler yaptı. Adamlarını topladı, yaptığı göklere yerleştirdi; kendisi de başlarına geçti. Çok kalabalık oldular. Tanrı’nın en sevgili kullarından olan Mangdaşire, bu duruma çok üzüldü. Üzüntü içinde düşündü: “Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde sıkıntı çekip yoruluyor. Erlik’in adamları ise, göklerde keyfedip duruyor.” Mangdaşire, bu üzüntü içinde Erlik’e savaş açtı. Erlik, daha güçlü çıktı. Ateş ile vurup Mangdaşire’yi kaçırdı. Mangdaşire, Tanrı’nın katına çıktı. Tanrı, “Nereden geliyorsun?” dedi. Mangdaşire, “Erlik’in adamlarının gökte oturması, bizim adamlarımızın ise yeryüzünde binbir güçlük içinde yaşamaları ağırıma gitti. Erlik’in yandaşlarını yere indirmek, göklerini başına yıkmak için Erlik’le savaştım. Gücüm yetmedi, o beni kaçırdı” diye yanıt verdi. Tanrı, üzülmemesini söyledi. “Erlik’e benden başka kimsenin gücü yetmez” dedi, “Erlik’in gücü senden çoktur. Ama gün gelecek, senin gücün Erlik’in gücünden üstün olacak”. Mangdaşire’nin yüreği serinledi, rahat rahat uyudu.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Erlik




DEVAMINDA

- DÜNYANIN 6 GÜNDE YARATILMASINI
- KIYAMET OLAYINI
- MUSA PEYGAMBERiN ASLINDA KiM OLDUĞUNU
- NEDEN ELLERiMiZi KALDIRARAK DUA ETTiĞiMiZ

4 yorum:

  1. Temsil Teorisinde Ulak (Nuntius) Temsilci Olmyn Aracını Faaliyeti Prof. Dr. M. Kemal Oğuzman’ın Anısına Armağan PDF indir – Epub Oku – Ücretsiz Mobil Download
    VEDAT KİTAPÇILIK tarafından yayınlanan Temsil Teorisinde Ulak (Nuntius) Temsilci Olmyn Aracını Faaliyeti Prof. Dr. M. Kemal Oğuzman’ın Anısına Armağan kitabını okumak ister misiniz? Sizlere Temsil Teorisinde Ulak (Nuntius) Temsilci Olmyn Aracını Faaliyeti Prof. Dr. M. Kemal Oğuzman’ın Anısına Armağan pdf indirme linki ve detaylarını vermeye çalıştık. Prof. Dr. Şener Akyol imzası taşıyan esere ücretsiz olarak
    https://www.pdfindiroku.xyz/temsil-teorisinde-ulak-nuntius-temsilci-olmyn-aracini-faaliyeti-prof-dr-m-kemal-oguzmanin-anisina-armagan-pdf-indir-epub-oku-ucretsiz-mobil-download/

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Geçen bilgiler büyük çoğunluğu sadece hikaye olarak kalmış. Kaynak olarak verilen linklerin büyük kısmı zorlayarak kelimenin asli köküne inmeden sadece zoraki benzetmelere dayanmakta. Ya Sin gibi ya da Kybele gibi zoraki benzetmelerden bir yola çıkamazsın. Sin arapçada sadece bir harf. Hiç bir alim Ya Sin e bir mana vermemiştir. Mâlik i molek e benzetmeye çalışmak da apayrı bir zorlama. Kelimeler lisana zaten toplumların kültürel birikimi ile aktarılır. Çok basit bir örnek vermek gerekirse günümüzde pek çok kişinin kullandığı "çok sevdiği , örnek aldığı ve hayatını kendi hayatına tatbik etmeye çalıştığı" kişi için o benim "idol"üm der. idol kelime manası ile " çoktanrılı dinlerde küçük boyutlu tanrı ya da tanrıça heykelciği. 2.insan eliyle yaratılmış tanrı, put." manasında kullanılmıştır. Lisan dinamiktir canlıdır hareket eder.
    Dediğin gibi namaz farsçadan geçmedir. Ancak insanların tarihin başından beri secde ederek tapındıkları da bir gerçektir. Sümer mitolojisine bu kadar zorlanmasının sebebi asli kaynaklarının aşırı zayıflığı ve ilk medeniyetlerden olması hasebiyle var olan inançların sümerler tarafından uydurulan temel esaslara dayanıyor diyebilmenin kolaylığından. Bu tür inanç sistemi tek kaynaktan çıkıp yine sümerler tarafından tahrif ve değişikliğe uğramış olabileceği gibi...Dünya tarihi william h. mcneill kitabında sümer rahiplerince yapılan faaliyetlerden görebileceğiniz üzere dini tapınaklarının ve pozisyonlarının çıkarları yolunda değişikliğe uğrattığı ve halkı zorladığı bunun yanı sıra o çağlarda din adamlarının tek vasfının bu olmadığı askeri ve siyasi önderler olduğunu da görebilirsiniz.
    Örnek gerekirse paganizmin hristiyanlığın içine yerleştirilmesi gibi pek çok örnekle açıklayabiliriz ki Sümerlere ithaf edilen bu inanç sistemlerinin sümerlerce tahrif ve değişikleye uğramış hak din kaynaklı esaslar olabilir. Bu durum hak dinin tek kaynaktan geldiğinin kısmen izahlarındandır. konu hakkında konuşmak isteyen mail ile ulaşabilir. enderbercin@gmail.com

    YanıtlaSil